Fikirden harekete....
Fırsatları keşfedebilmenin yolu,
kişisel yetenekleri çevresel faktörlerle başarılı bir şekilde sentezleyerek
yeniliklere açık olmaktan geçiyor. Alışkanlıklarının esiri olarak bildiği
yoldan gidenler değil, farklı metodlara ve inovatif fikirlere açık olanlar,
adlarını tarihe altın harflerle yazdırıyor.
İnsanı diğer
canlılardan ayıran en önemli yetinin geçmişi hatırlama, hatırladıklarını kayda
alma ve yazma olduğunu düşünüyorum. Sahip olduğumuz bilgileri diğer canlılarda
olduğu gibi sadece genetik kodla değil; okuyarak, öğrenerek ve uygulayarak
ediniyoruz. Bu öğrenimin en kolay yolu da tarihi bilmekten geçiyor. Ne yazık ki
tarih okullarda bizim çok severek okuduğumuz bir ders olamıyor. Bunda öğretim
yöntemi mi etkili bilemiyorum ama ben, tarih eğitiminin karşılaştırmalı
okutulmamasının büyük bir eksiklik olduğunu düşünüyorum. Eğer karşılaştırmalı
tarih okusaydık, tarihte yaşanan bir etkinin nasıl tepkiler doğurduğunu ve yeni
açılımlara nasıl yol açtığını daha kolay analiz edebilirdik.
Bu yıl
okuduğum en ilginç ve zihin açıcı tarih kitaplarından biri Yuval Noal
Harari’nin “Sapiens” isimli kitabı oldu. Bu kitabı satın aldıktan sonra bir
arkadaşımın önerisi ile küçük bir bir okuma grubu eşliğinde ve her bölümünü
farklı disiplinlerden gelen arkadaşlarla okuduk ve zihin açıcı bir dizi
tartışma yaptık. Kitap okuma etkinliği ile başladığımız küçük grubumuz,
farkında olmadan bir inkübasyon grubuna dönüştü ve kitap okuma süresi boyunca,
kendi içimizdeki girişimci yanlarımızı keşfetmemizi sağladı.
İçimizdeki
girişimciyi ortaya çıkarmak için üç şey gerekli. Birincisi farklı düşünebilmek.
Farklı düşünebilmek için de ilk başta cehaletimizi kabul etmek ve şu ana kadar
tüm bildiklerimizi referans olarak almamak gerekiyor. İkincisi de gözlem ve
matematik bilgisini kullanmak. Gözlem, bilimsel düşünmenin ilk aşaması.
Matematik ise gözlemlerin teorilere dönüşmesini sağlayan en önemli araç.
Üçüncüsü ise yeni güçler elde etmek için çalışmak ve hayat boyu öğrenci olmak.
Girişimciliğin altın anahtarı:
inovatif davranmak
Kolomb, 1492
yılında bilinen haritanın ötesine gitmek için yelken açtı ve Amerikaya ilk ayak
basan Avrupalı oldu. Peki, onu ne zorladı da Kolomb, bilinen haritanın ötesine
geçmeyi istedi? Kolomb üzerine yazılan biyografilerde, onun üç temel özelliği
üzerinde duruluyor. Birincisi, aristokrat bir aileden gelmediği için dışlanmış
biri olması ve kaybedecek bir şeyinin olmaması. Bu, Kolomb’u kaybedecek bir
şeyi olmayan tutkulu bir denizci haline getirmiş. İkincisi, her daim önündeki
yolculuğa keşif amaçlı ve maceraperest bakış açısıyla değil, potansiyel kazanç
bakış açısısıyla yaklaşmış. Bu yolculuğa çıkmadan önce de keşfinden elde
edeceği kazançtan pay alacağına dair kraliçe ile anlaşma yapmış. Üçüncüsü de
iyi bir denizci olup yeni denizcilik tekniklerini yakından takip etmesi,
bilimsel analiz yeteneğinin olması ve her bilgiye ben biliyorum diye değil, ne
öğrenebilirim, diye bakması. Bu üç koşul; kişilik özelliği, öğrenme yeteneği ve
çevresel faktörler Kolomb’un bilinenin ötesine geçmesinde ve lider olmasında en
önemli faktörler.
Amerika’nın
keşfine karşılaştırmalı tarih açısından bakalım. İstanbul’un fethedilmesiyle
birlikte, İpek Yolu ve Baharat yolu Avrupalı tüccarlara kapandı. İstanbul’dan
göç eden ressamlar ve sanatçılar da aynı zamanda Floransa’da Rönesans çağını
başlattı. Kendi içinde ekosistem oluşturan ve girişimcilik fitilini ateşleyen
Rönesans’ın etkisi bilime sıçradı ve yeni denizcilik tekniklerinin gelişmesinin
önünü açtı. Bilimsel gözlem yöntemi ile denizciler, okyanus akıntılarını daha
iyi öğrendiler ve karevelaların gelişimi ile rüzgarı kullanarak yeni denizler
keşfettiler. Kolomb, tüm gelişmeleri takip ettiği ve öğrenmeye hevesli olduğu
için kendi kişisel yeteneklerini çevresel faktörlerle birleştirdi ve çevresinde
olup biten tüm fırsatları keşfedebildi.
Bilimsel
devrim ve onun etkisiyle teknoloji o kadar büyük bir hızla ilerliyor ki, hızına
yetişmekte zorlanıyoruz. En büyük yanılgımız ise sadece geçmişten gelen
bilgilerimize güverenek hareket etmeyi tercih etmemiz. Oysa geçmişten bugüne
gelen yol tek bir yoldur, bugünden geleceğe giderken yol çatallaşarak bizi
sonsuz sayıda seçeneğin içinden tercih yapmaya zorlar. Biz de alışkanlarımızın
esiri olarak bildiğimiz yoldan gitmeyi tercih ederiz, bilmediğimiz yolları
denemek istemeyiz ve kendi girişimciliğimizin önünü tıkamış ve inovatif
fikirlere kendimizi kapatmış oluruz. Geriye dönüp baktığımızda ise “Sonradan
Anlama Yanılgısı” na kapılıp yaptığımız tercihlerden memnun kalmadığımızda
nedenler üretiriz.
Kurum içi girişimcilik uzun ve
zahmetli bir yol
Kurumların
günümüz iş dünyasında hiç olmadığı kadar kurum içi girişimciliği geliştirmeye
ihtiyacı var. Ben, bu dönemi Rönesans öncesi döneme benzetiyorum. O dönemde
ekonomik açıdan Avrupa hiç olmadığı kadar sıkıntıdaydı. Haçlı seferleriyle
gelen hazineler bitmiş ve İstanbul’un fethiyle de tüm yollar kapanmıştı.
Kaçınılmaz bir şekilde yeni bir şey yapmak zorundaydı ve Doğu’dan gelen bilim
adamlarının ve sanatçıların etkisiyle Rönesans ortaya çıktı.
Tüm bu
etkenlere Kolomb ve İspanya Kraliçesi İsabella açısından bakarsak, günümüzde
şirketlerin iç girişimciliği nasıl arttıracaklarını yönünde bir yol haritası
çizmiş oluruz.
İspanya
Kraliçesi İsabella ile Kolomb’u buluşturan ve birlikte hareket etmelerini
sağlayan en temel güdü ikisininde çaresizlikte buluşmalarıydı. Doğası gereği
insan, sadece çaresiz kaldığında kalıplarının dışına çıkar. Çaresizlik
nedeniyle İsabella, Kolomb’a yeni denizler bulma görevini verdi. Kolomb da
aristokrat bir aileden gelmediği ve yaşamını sürdürmek zorunda olduğu için bu
yolculuğu planladı. İkisinde de cesaret vardı. İkisi de bu cesareti bilimi ve
teknolojiyi kullarak yeni bir iş modeli haline getirdi. Kolomb, o dönemde Atlas
Okyanusu’nu geçmemiş ve geri dönememekten korkan denizcileri bir hedefe kitledi
ve birbirinden nefret eden insanlardan bir takım yarattı. Yol boyunca oluşan
tüm aksilikleri de sabırla çözümledi.
Günümüz
şirketlerinin kurum içi girişimciliği geliştirmesi için aynı Amerika’nın
keşfinde olduğu gibi beş temel faktörün bir araya gelmesi gerekiyor. Bunlar:
kaçınılmazlık , cesaret, yeni teknoloji, takım çalışması ve sabır.
Kaçınılmazlık
ve çaresizlik, bugünkü bilgilerimiz doğrultusunda gelecekte karar
alamayacağımızı anlamamızla başlıyor. Bu çaresizlik duygusunu yeni bir şeyler
öğrenme ve yapma için motivasyona dönüştürüyoruz. İşte burada cesaret devreye
giriyor. Teknolojiyi ve bilgiyi öğrendikçe yeni iş modelleri yaratıyoruz. Bu iş
modellerini süreç haline dönüştürmek ve kar etmek içinde takım çalışması ve
sabır gerekiyor.
Tüm bunları
sağlayan kurumlar kurum içi girişimciliği bir iş modeli haline getirmiş
oluyorlar. Uzun ve zahmetli bir yol ama sonuç için her şeyi göze almaya değer.
Yazar : Ayşegül Güngör
Kaunak : www.icerikfabrikasi.com