Ne de güzel parıldıyordu yıldızlar...
Bu yıl her ne kadar devlet düzeyinde
gerçekleştirilmesi planlanan resmi törenler iptal edilmiş olsa da 23 Nisan
Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı vatandaşlar ve tabii çocuklar tarafından
kutlanacak. Bugün, bilinçli birer yurttaş olan anne-babalar için son derece
önemli bir gün.
23 Nisan
1920’de Türkiye Büyük Millet Meclisi kuruldu.
Evet, bunu
hepimiz biliyoruz. Çocuklar da biliyor. Hatta çocukların diline dolanan şarkısı
da var: İşteee bugün bir meclis kuruldu, sonraaa hemen padişah kovuldu. Bugün
23 Nisaaaan, hep neşeyle doluyor insan...
Nedir bu
meclisi bu kadar anlamlı ve önemli kılan? “Çocuk bayramı işte” diyerek bugünü
önemsiz ve anlamsız kılmak isteyenlere bazı hatırlatmaları yapmakta yarar var.
Tabii bu hatırlatmaların içinde geçen “mevzu” onlar için bir anlam ifade
edecekse...
23 Nisan; karnı aç, sırtı çıplak,
sadece hayatta kalmanın derdinde olan bir insana yıldızları göstererek “bak ne
kadar da güzel parıldıyorlar” demek gibi bir anlam ifade ediyor.
Oysa
gerçekten güzel parıldıyordu yıldızlar... İnsanın insanca yaşadığı, herkesin
okuma yazma bildiği, aydınlandığı, bilim insanlarının, sanatkarların
yetiştirildiği, kadınların nihayet insanca muamele görüp vatandaştan
sayılacağı, teba olmak yerine vatandaş olmanın mümkün olduğu bir rejimin
pırıltısıydı...
Tarih
bilginizi ve hafızalarınızı zorlayın! O yıllarda, halk elinde kalan bir ineği,
bir çift çorabı ve bir tas çorbasıyla daha fazla evladını kaybetmeden huzur
içinde yaşayıp gitmenin derdindeydi.
“Hasta
adam”ın kol, bacak ve hatta diğer organlarının kimler arasında pay edileceğinin
hesabını yapan işgal kuvvetlerine, emperyalist devletlere, karşı bir başkaldırı
nasıl mümkün olabilirdi? Elbette 23 Nisan’da kurulan Meclis, yenilenmiş bir
ülke ve yeni bir rejim özlemi duyan bir avuç idealist insanın, köhneleşmiş
mevcut rejime ve onun korkak bürokratlarına karşı vereceği zorlu mücadelenin
yeni yuvası olacaktı.
Özgürlük, hak, vatandaşlık vs. ne
rüya!
- Hüküm
sürdüğü yüzlerce yıl içinde nice şaşaalı dönemler geçirmiş ve belli dönemlerin
“büyük gücü” olmayı başarmış olmasına rağmen artık miyadını dolduran Osmanlı
Devleti artık “hasta bir adama” dönüşmüştü. Kendini korumaktan aciz, boyun
eğmeyi tek çare gören İstanbul hükümeti artık basiretini yitirmişti.
- Rejim:
Sırf dedesi, babası vs. devleti yönetti diye oğlu veya varislerinden biri
ülkeyi yönetmeye devam ediyordu. Başarısızlık söz konusu olduğunda birkaç isyan
haricinde, hanedanın karar vericileri dışında kimse yöneticileri” değiştirme
hakkında/gücüne sahip değildi. Elbette gariban halk da o dönemde kendi kendini
yönetmenin, vatandaş olmanın ne anlama geldiğini tam olarak bilmiyordu. Bilse
de halk zaten kendi derdindeydi. İşte bu yüzden halkı “Kurtuluş”a ikna etmek de
oldukça zor olacaktı.
- 19 Mayıs
1919, Mustafa Kemal ve silah arkadaşları (Hasan İzzettin Dinamo’nun benzettiği
gibi) Argonotlar misali gemilerine binip özgürlüğe yol aldıklarında bir yıl
sonra kurulacak meclisin ve 4 yıl sonra ilan edilecek cumhuriyetin hayallerini
zaten kuruyorlardı. Ancak halkı ikna etmek zor olacaktı. Çocuğunun birini
Trablusgarp’ta birini Balkan Savaşı’nda kaybetmiş bir anne, kalan tek oğlunu
yeni savaşa göndermek ister miydi?
Bir yanda yeni bir mücadeleye
isteksiz halk, diğer yanda “isyancılarının ölüm fermanlarını savuran” İstanbul
hükümeti, bir yanda düşman kuvvetleri...
O mecliste;
- Halkı ikna
etmenin, kurtuluşa inandırmanın yolları aranacaktı.
-
“Kurtuluş”a inanan bir avuç insan İstanbul hükümetini düşmanla savaşa karşı
ikna etmeye çalışacaktı.
- Düşmana,
“topraklarımızdan çıkın yoksa zorla çıkartırız” uyarıları yapılacaktı.
- “Büyük
Taarruz” için halk ve onların mebusları varını yoğunu birleştirerek düşmana
öldürücü darbeyi vurmanın hesaplarını yapacaktı.
***
23 Nisan
1920, Cumhuriyet rejiminin ayak seslerinin duyulmaya başladığı gündür. Zira
takvim yaprakları 29 Ekim 1923’ü gösterdiğinde Mustafa Kemal arkadaşlarına
fiilen uygulanan rejimin adını koymanın zamanı geldiğini ifade eder. 29 Ekim,
malumun ilanıdır!
19 Mayıs’ta
atılan “umut” tohumları, 23 Nisan’da emeklemeyi geride bırakıp yürümeye
başlamış, 30 Ağustos’ta rüştünü ispatlamış ve nihayet 29 Ekim’de artık kendi
ayakları üzerinde durabileceğini cümle aleme göstermiştir. Bu dört sacayağının
önemli bir parçasıdır 23 Nisan.
İşte belki
de bu yüzden bu anlamlı gün, çocuklara hediye edilmiştir. Ve belki de bu yüzden
bu bayram, her ne olursa olsun hem devlet hem de halk tarafından inadına
kutlanmalıdır!
Çocuklar o
günün kıymetini bilmeli, o günü sevmeli, o gün mutlu olmalı. O çocuklar yarın
büyümeli ve bunları kendi çocuklarına anlatmalı!
Anneler,
babalar!
O
yıldızların pırıltısı bugün azalmış gibi.
Şimdi
çocuğunuza gereken özeni göstererek ona bayram gibi bir bayram yaşatmanın
vakti.
Onları; özgürlüğün, hakkın, hukukun,
demokrasinin, vatandaşlığın, dünya insanı olmanın ne olduğunu iyice anlatarak
büyütün.
Böyle büyütün ki çocuklarınız
tarikatların, cemaat evlerinin, tacizin, haksızlığın, hırsızlığın, devlet
şiddetinin, hukuksuzluğun pençesinde esir olmasın ve her daim haklarını aramayı
bilsinler. Birer bilim insanı olsunlar, sanatçı olsunlar, kimsenin kulu kölesi
olmasınlar, alınlarının teri, bileklerinin ve zekalarının gücüyle kazanç elde
etsinler, onurlu yaşasınlar.
Kimse onların önüne yatmasın, kimse
onlara rüşvet veremesin, kimse ahlaksızlığa teşebbüs edemesin.
Araya giren
kara bulutlara inat, yıldızları yeniden parlatmak için bu 23 Nisan yeni bir
umut olsun!
Mutlu
bayramlar!
Ne de güzel parıldıyordu yıldızlar...
Bu yıl her ne kadar devlet düzeyinde
gerçekleştirilmesi planlanan resmi törenler iptal edilmiş olsa da 23 Nisan
Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı vatandaşlar ve tabii çocuklar tarafından
kutlanacak. Bugün, bilinçli birer yurttaş olan anne-babalar için son derece
önemli bir gün.
23 Nisan
1920’de Türkiye Büyük Millet Meclisi kuruldu.
Evet, bunu
hepimiz biliyoruz. Çocuklar da biliyor. Hatta çocukların diline dolanan şarkısı
da var: İşteee bugün bir meclis kuruldu, sonraaa hemen padişah kovuldu. Bugün
23 Nisaaaan, hep neşeyle doluyor insan...
Nedir bu
meclisi bu kadar anlamlı ve önemli kılan? “Çocuk bayramı işte” diyerek bugünü
önemsiz ve anlamsız kılmak isteyenlere bazı hatırlatmaları yapmakta yarar var.
Tabii bu hatırlatmaların içinde geçen “mevzu” onlar için bir anlam ifade
edecekse...
23 Nisan; karnı aç, sırtı çıplak,
sadece hayatta kalmanın derdinde olan bir insana yıldızları göstererek “bak ne
kadar da güzel parıldıyorlar” demek gibi bir anlam ifade ediyor.
Oysa
gerçekten güzel parıldıyordu yıldızlar... İnsanın insanca yaşadığı, herkesin
okuma yazma bildiği, aydınlandığı, bilim insanlarının, sanatkarların
yetiştirildiği, kadınların nihayet insanca muamele görüp vatandaştan
sayılacağı, teba olmak yerine vatandaş olmanın mümkün olduğu bir rejimin
pırıltısıydı...
Tarih
bilginizi ve hafızalarınızı zorlayın! O yıllarda, halk elinde kalan bir ineği,
bir çift çorabı ve bir tas çorbasıyla daha fazla evladını kaybetmeden huzur
içinde yaşayıp gitmenin derdindeydi.
“Hasta
adam”ın kol, bacak ve hatta diğer organlarının kimler arasında pay edileceğinin
hesabını yapan işgal kuvvetlerine, emperyalist devletlere, karşı bir başkaldırı
nasıl mümkün olabilirdi? Elbette 23 Nisan’da kurulan Meclis, yenilenmiş bir
ülke ve yeni bir rejim özlemi duyan bir avuç idealist insanın, köhneleşmiş
mevcut rejime ve onun korkak bürokratlarına karşı vereceği zorlu mücadelenin
yeni yuvası olacaktı.
Özgürlük, hak, vatandaşlık vs. ne
rüya!
- Hüküm
sürdüğü yüzlerce yıl içinde nice şaşaalı dönemler geçirmiş ve belli dönemlerin
“büyük gücü” olmayı başarmış olmasına rağmen artık miyadını dolduran Osmanlı
Devleti artık “hasta bir adama” dönüşmüştü. Kendini korumaktan aciz, boyun
eğmeyi tek çare gören İstanbul hükümeti artık basiretini yitirmişti.
- Rejim:
Sırf dedesi, babası vs. devleti yönetti diye oğlu veya varislerinden biri
ülkeyi yönetmeye devam ediyordu. Başarısızlık söz konusu olduğunda birkaç isyan
haricinde, hanedanın karar vericileri dışında kimse yöneticileri” değiştirme
hakkında/gücüne sahip değildi. Elbette gariban halk da o dönemde kendi kendini
yönetmenin, vatandaş olmanın ne anlama geldiğini tam olarak bilmiyordu. Bilse
de halk zaten kendi derdindeydi. İşte bu yüzden halkı “Kurtuluş”a ikna etmek de
oldukça zor olacaktı.
- 19 Mayıs
1919, Mustafa Kemal ve silah arkadaşları (Hasan İzzettin Dinamo’nun benzettiği
gibi) Argonotlar misali gemilerine binip özgürlüğe yol aldıklarında bir yıl
sonra kurulacak meclisin ve 4 yıl sonra ilan edilecek cumhuriyetin hayallerini
zaten kuruyorlardı. Ancak halkı ikna etmek zor olacaktı. Çocuğunun birini
Trablusgarp’ta birini Balkan Savaşı’nda kaybetmiş bir anne, kalan tek oğlunu
yeni savaşa göndermek ister miydi?
Bir yanda yeni bir mücadeleye
isteksiz halk, diğer yanda “isyancılarının ölüm fermanlarını savuran” İstanbul
hükümeti, bir yanda düşman kuvvetleri...
O mecliste;
- Halkı ikna
etmenin, kurtuluşa inandırmanın yolları aranacaktı.
-
“Kurtuluş”a inanan bir avuç insan İstanbul hükümetini düşmanla savaşa karşı
ikna etmeye çalışacaktı.
- Düşmana,
“topraklarımızdan çıkın yoksa zorla çıkartırız” uyarıları yapılacaktı.
- “Büyük
Taarruz” için halk ve onların mebusları varını yoğunu birleştirerek düşmana
öldürücü darbeyi vurmanın hesaplarını yapacaktı.
***
23 Nisan
1920, Cumhuriyet rejiminin ayak seslerinin duyulmaya başladığı gündür. Zira
takvim yaprakları 29 Ekim 1923’ü gösterdiğinde Mustafa Kemal arkadaşlarına
fiilen uygulanan rejimin adını koymanın zamanı geldiğini ifade eder. 29 Ekim,
malumun ilanıdır!
19 Mayıs’ta
atılan “umut” tohumları, 23 Nisan’da emeklemeyi geride bırakıp yürümeye
başlamış, 30 Ağustos’ta rüştünü ispatlamış ve nihayet 29 Ekim’de artık kendi
ayakları üzerinde durabileceğini cümle aleme göstermiştir. Bu dört sacayağının
önemli bir parçasıdır 23 Nisan.
İşte belki
de bu yüzden bu anlamlı gün, çocuklara hediye edilmiştir. Ve belki de bu yüzden
bu bayram, her ne olursa olsun hem devlet hem de halk tarafından inadına
kutlanmalıdır!
Çocuklar o
günün kıymetini bilmeli, o günü sevmeli, o gün mutlu olmalı. O çocuklar yarın
büyümeli ve bunları kendi çocuklarına anlatmalı!
Anneler,
babalar!
O
yıldızların pırıltısı bugün azalmış gibi.
Şimdi
çocuğunuza gereken özeni göstererek ona bayram gibi bir bayram yaşatmanın
vakti.
Onları; özgürlüğün, hakkın, hukukun,
demokrasinin, vatandaşlığın, dünya insanı olmanın ne olduğunu iyice anlatarak
büyütün.
Böyle büyütün ki çocuklarınız
tarikatların, cemaat evlerinin, tacizin, haksızlığın, hırsızlığın, devlet
şiddetinin, hukuksuzluğun pençesinde esir olmasın ve her daim haklarını aramayı
bilsinler. Birer bilim insanı olsunlar, sanatçı olsunlar, kimsenin kulu kölesi
olmasınlar, alınlarının teri, bileklerinin ve zekalarının gücüyle kazanç elde
etsinler, onurlu yaşasınlar.
Kimse onların önüne yatmasın, kimse
onlara rüşvet veremesin, kimse ahlaksızlığa teşebbüs edemesin.
Araya giren
kara bulutlara inat, yıldızları yeniden parlatmak için bu 23 Nisan yeni bir
umut olsun!
Mutlu
bayramlar!
Yazar : Serra Sönmez Şen
Kaynak : www.icerikfabrikasi.com